2 Temmuz 2014 Çarşamba

EGITIM BILIMLERI

Eğitim Bilimleri  başta davranış bilimi ,öğretmen yetiştirme, ölçme ve değerlendirme olmak üzere çok geniş bir yelpazede çalışan bir bilim dalıdır.
Bu  bilim dalında çalışan değerli hocalarımız daha etkin olmalılar.Zira  okullarınızda başta ölçme ve değerlendirme  çok zayıf diye düşünmekteyim...

Boğaziçi Üniversitesi' nden değerli hocam Prof. Ali Baykal  ülkemizin yetiştirdiği çok değerli eğitim bilimleri hocasıdır..En son olarak  NTV de 4+4+4 sistemi ile ilgili bir konuşmasını dinlemiştim .Okullarımız maalesef eğitim bilimleri açısından bakıldığında yeterli değil... Bakın okuıyalım hocamızın bir söyleşisini buldum...kaynak:www.egitimvegelecek.com




Eğitim sisteminin tümünde en önemli sorun “zihniyet” sorunudur. Eğitim bir sistemdir. Bütün sistemlerde olduğu gibi sistemi oluşturan bileşenlerin yapısal ögeleri ve işlevsel nitelikleri birbirinin seçeneği değil bütünleyicisidirler. Kaynaşma-ayrışma, esneklik-sağlamlık, sıklık-seyreklik, bütünlük-çeşitlilik, kuram-uygulama, bilgi-beceri vb. onlarca dinamik sistem niteliğinin birine düşman ötekine hayran “paradigma” kampları var. Bu kampların ekonomik ve politik rantları var. Sadece bir örnek yeter: Öğretmeni ve öğrenciyi seçenek unsurlar olarak gören kitle dalkavuklarının öğrenci merkezli eğitim dayatmasına karşı durabildik mi? Bu rant uğruna ayaküstü verilen sözde hizmet içi kurslarla öğretmenlik mesleğinin ayaklar altına alınmasına direnebildik mi?
Öncelikle “eğitimcilerin” ezberlerine kapılmamak gerekiyor. Ezberciliği diline dolayanların ezberinde iki çözüm var: Ödevlerden vazgeçelim, sınavları kaldıralım… Bu ülkenin Talim Terbiyesi yıllardır “talimsiz terbiye” için çalışıyor. Çalışmadan, alıştırma yapmadan, sınayıp yanılmadan öğrenme olabileceğini hangi öğrenme kuramı söylüyor? Papağan gibi testlerin ezberci yetiştirdiğini tekrarlayıp duranlar testlerin olmadığı dönemlerdeki ezberci eğitimi nasıl açıklıyorlar? Erişilmemiş hedeflere “kazanım” diyen eğitimcilerin düşüncesi “analitik” ise benimkisi “monolitik” kalsın.
Ezberci eğitim ideolojik bir sorun haline getirilmiştir. Kimse konunun epistemolojik ve psikolojik yönüne bakmıyor.
Zaten biraz önce de değinmiştim. Bu konu tam bir iki yüzlülük, çifte standart ve pişkinlik örneğidir. Bir yandan öğretmenliği kutsallaştırırken öte yandan mesleki standartları hiçe sayan uygulamalar yapılmaktadır. Bir yandan bilginin ezberlenmesine karşı duranlar öte yandan eğitim fakültesi mezunlarını “bilgisiz” olmakla suçlamaktadırlar. Türkiye’deki 97 eğitim fakültesinin en azından 90 tanesinin fen-edebiyat fakültesinden “bozmadır”. Fen-edebiyat fakültelerinde kadro bulamayanlara eğitim fakültelerinde makam verilmiştir. Bu olgular göz ardı edilerek “eğitim fakültelerinin” iyi öğretmen yetiştiremediği söylenebilmektedir. Kulaktan dolma bilgileriyle her konuda “eğitimle insan olunur” sloganını eğitimcilerin ağzından çalanlar iş öğretmen eğitimine gelince “öğretmen olunmaz doğulur” tezini pazarlamaktadırlar. Fen-edebiyat fakültelerinin derdi “öğretmen” yetiştirmek” değil kendi mezunlarının işsiz kalmamasıdır. Daha da ötesi kendi yaşam alanlarını genişletmektir. Kendilerinin varlık nedeni olarak “bilimi” gerçekleştirmek yerine ikinci öğretim programlarından para kazanmayı görmektedirler. Pedagojik formasyon ve ayaküstü öğretmen yetiştirme kurslarının mesleğe kazandırdıkları hiçbir şey yoktur ama götürdükleri fonlar banka hesaplarındadır.
Okul yöneticilerinin liyakata göre değil sadakata bakarak atandığını söylersek inkar edilecektir. Sadece Okul müdürlerinin branşlarına göre dağılımını gösteren istatistikleri yayınlasınlar yeter.  Öğretmenler için söylenen her şey okul yöneticileri için de geçerlidir.
Milli Eğitim Şurası’na bir model  önermiştim.  İktidar ve muhalefetin üzerinde anlaştıkları tek konu o modeldi.  Ama her iki taraf da eğitimi ideolojilerine kurban ettiği için kitaplarda kaldı. Kısacası hedefte bilgi ve beceriyi, içerikte kuram ve uygulamayı;  süreçte bildirmeyi ve buldurmayı; değerlendirmede hem ölçütleri hem normları bağdaştırmayı esas alan bir yaklaşımdı. Kanımca yeterince ciddiye alınan bir lise eğitiminde hem olgunluk diploması hem de bir meslek sertifikası kazandırılabilir.
Bu konuda da 1985 yılından bu yana söylediğimi tekrarlayacağım. Bu çağda mesleki eğitim ve genel eğitim birbirinin seçeneği değil bütünleyicisidir. Bilgili ama beceriksiz, becerikli ama bilgisiz insanlar arasında tercih yapmak zorunda değiliz. Hem bilgili hem de becerikli insanlar yetiştirmeyi neden içimize sindiremiyoruz? Eğitimin amacı kısa sürede robotlarla değiştirilecek ucuz iş gücü yetiştirmek değildir.  Yönlendirme de rehberlik yerine geçebilecek makbul bir eylem değildir. Yirmi yıl önce bugünkü meslekleri bilen kaç “yönlendirici” vardı? Bugün yönlendireceğimiz meslekler yirmi yıl sonra da var olacak mı? İnsanları gütmek yerine karar verme becerilerini geliştiren bir yönlendirme “zihniyeti” önerebilirim.
Kurumlar arasında ve adaylar arasında nitelik farkları olduğu sürece sınav tek çözümdür.
Bütün taraflar açısından en nesnel, en hızlı, en ucuz, en kolay ve en adil sistem şimdiki sistemdir. Ama defalarca söyledim yine söylüyorum sadece LYS yeter.  YGS israftır.  Açık uçlu soru, her üniversitenin kendi sınavını yapması vb. fantezilerin getireceği sorunların nasıl göz ardı edilebildiğine benim aklım ermiyor.  Bu sistemler 40 yıl önce bu ülkede iflas etmiş sistemlerdir. Tekrar etmenin vebali büyüktür.
Türkiye’de İkinci Dil Eğitiminin ustaları var ama kendi kurumlarında bile tezgahın başında olamıyorlar. Öte yandan İngilizce öğretimi eski sömürgecilerin yeni tekelidir. Öte yandan pazarlanan İngilizce Öğretimi Paketlerinin (kitap, CD, yöntem vb.) öğretmek için mi yoksa öğrenmeyi geciktirmek için mi tasarlandığını araştırmak gerekiyor. Erkek Kürt vatandaşlarımız eğitimden yeterince nasiplenemedikleri halde iki dili (Türkçe ve Kürtçe) edinebiliyorlar ama beyaz Türkler sadece dükkanlarının tabelasına isim seçebilecek kadar İngilizce öğrenebiliyorlar.
Haddim değil biliyorum ama İngilizce öğreniminin erken başlamasını ve içeriğinin yalından karmaşığa doğru yapılandırılmasını öneriyorum.
Öz güvenli, iletişim becerisi olan, sorgulayabilen, dilini ve bir yabancı dili etkin kullanabilen, dünya ve ulus gündemine duyarlı, sanat ve spora ilgisi olan mezunlar konusuna gelince, bunlar, 21. Yüzyılın evrensel eğitim hedefleridir. Yukarıda belirttiğim olanakları zıtlaştırarak karşıt kamplara bölünme sorunu evrensel-ulusal bağlamında da vardır. Biz bu ikisini çatıştırmayı beceriyoruz ama bağdaştırmayı başarmaya niyet bile etmiyoruz.  Dogmalardan yarar umanlar geleneğe sığınıp geleceğimizi karartıyorlar. Oysa gelişmeyen geleneğin de geleceği olamaz.